Sürekli bir şeylerden umut bekleyen altı milyar insanın içinde gerçekçi olamazsın. Tek gerçek bu. Tek gerçek sigaranın ucundaki külün mutlaka düşeceği. Devrilen bedeninin toprağa döküleceği. Hayatın sınırları içinde, Tanrı'dan saklanmak için fısıldayan altı milyarın zihninde aştığı sınır. Camların arkasından seyrettiği dünyaya dahil olduğunu düşünen altı milyar zihin. Ne kalabalık ama! Hepsinin kafasında en az bir ses. Ne gürültü ama! Üstelik yalnızca benim kafatasımda hiç susmayan yüzlerce ses varken. Sonsuz paranoya... Sonsuz gerilim... Bu yüzden. Bu gece. Burada. Zihnimi özgür bırakıyorum. Azad ediyorum içindeki bütün sesleri. Büyük bir patlamayla tüm kainata dağılmasını izlemek için. Big Bang nedir göstermek için tüm fizikçilere! Bedenimi bir odaya terk edip dağıtıyorum bütün parçalarımı. Uzay boşluğunda yalnızlığın çırpınışlarını izlemek için. Ve haftalara vuran uykusuzluğun, dinmeyen baş ağrılarının sebebini büyük bir gürültüyle ayırıyorum bedenimden. Göz kapaklarımı kapatabilmek için. Bilerek, benden ayrılan her zerrenin baş dönmesini. Bilerek, başım dönerken dünyanın benden daha sağlıklı bir yer olduğunu.
Her şeye işten ayrılarak başladım. Annemin ölümü birçok şeyi bırakmamın zamanı olduğunu uyaran bir kampana gibiydi. Annemi sevdiğimi söyleyemem. Fakat ölümü, beni, başı sıkışınca arayabilecek kimsesi olmayan bir insana dönüştürdü. Gerçek yalnızlığa ulaşmak için çıkmam gereken tek basamak kalmış gibi. Sokakta suratlarını gördüğüm ve yalnızca belli başlı yerlerde beni tanıyabilecek insanlar dışında kimsenin olmaması basamağı bu.
Yirmi altı yaşındayım. Bugüne kadar her maddeyi kullandım. İnsanları asla. Annem, hayatını bir oğlan çocuğuna sahip olmak için harcadı. Tanrı, benim ruhumu bu vücuda üfleme cezasıyla ödüllendirdi onu. Benden istediği tek şey var olmamdı. Bunun dışında bir arz-talep süreci yaşamadık. Zaten yaşadığım toprakların yazılmamış kanunları da böyledir. Oğlan çocukları doğar ve yalnızca organını kullanmayı öğrenene kadar evde kalır. Daha sonra bu doğal değişimi bir mucize olarak algılar ve onun gösterdiği yolda ilerler. Kadınların tadına bakmayı öğrenir. Uyuşturucunun kanına karışmasını arzular. Sokakların havasını solumayı öğrenir. Asla bir beyaza köle olmaması gerektiğini bilir ve kendi çöplüğünde krallığını yaşatır.
Ben de böyle yaşadım. Hayat, cinsel organımı okşadı ve o büyüdükçe ben de büyüdüğümü anladım. Uyuşturucu çetelerinde sidik yarıştırdım. Beyazlara silah doğrulttum. Kadınlarıyla yattım. Onları cezalandırmak için. Çok sonra bunun sebebinin Tanrı olduğunu düşündüm. Daha fazla günah işledim. Tanrı'yı cezalandırmak için. Kokain kaçırdım. İnsan kaçırdım. Hazine kaçırdım. Bunların çoğu Amerikalıları öfkelendirdi. Kendimi kaçırdım topraklarımdan. Yük gemisinde çalıştım. Aylarca bir kutunun üstünde okyanusu deldim. Limanlarda uyuşturucu aradım. Onlarca ülke, onlarca liman, yüzlerce insan gördüm. Bu süre zarfında babamın kim olduğunu öğrenemedim. Annem bir hayat kadınıydı. Babamı bulma ihtimalim, sperm halimin rahmine düşmesinden daha azdı. İlk biyoloji dersinden sonra vazgeçtim babamdan. Okulun bana bir şey katamayacağını anladım bununla. Okuldan da vazgeçtim.
Geri döndüğümde annemin öldüğünü öğrendim. Evine yerleştim. Bir silah aldım. En az organım kadar etkili bir silah. Normal bir hayat yaşamak istedim. Düzenli bir iş, düzenli bir uyku, düzenli bir kazanç. Bir kadın olsa istedim. Yalnızlığımı bozmasa; ama hep benimle olsa, zihnimin diplerinde bir yerlerde. Gerektiğinde çıkarsam onu oradan. Olur olmadık yerlerde ağlasam varlığına, hüznünü yaşasam. Evet ağlasam. Ağlamak. Normal bir insan gibi yaşadığıma inanmak için yapmam gereken buydu. İnsanları öldürmek yerine onların ölümüne üzülmeyi öğrenmek. Gerçek bir insan olduğuma inanmam için önce gerçek insanlara bir kalbim olduğunu kanıtlamalıydım. Önlerinde hüzünlenmeli, ağlamalıydım.
Hiçbirini beceremedim. Hayatım ve çevresinde gelişen her şey, her şeyi olduğu gibi kabullenmişti. Fakat bu yetmiyordu. Bu yaşamak için bir sebep sayılamazdı. Ben ve benim gibiler kabul etse de altı milyar içindeki çoğunluk böyle bir olguya yaşamak demiyordu. Ve bunun devam etmesine imkan sağlamiyordu. Bu baskılara maruz kalan 'benim gibiler' topluluklar oluşturuyor; kendi krallıklarında, 'bizim krallığımızda' yaşamak için örgütleniyordu. Benimse henüz kendime tahammülüm yokken ne altı milyara, ne de bu topluluklara tahammülüm söz konusu olamazdı. Bu yüzden. Bugün. Burda. En gerçek krallığın. Kafamın sonunu getiriyorum. Bir kurşunla.
Yalnızlık, bir fahişenin terli bedenine yaslanırken kendini güvende hissettiren aşağılık bir duygudur. Gündüzlerin sevimsizliğiyle beslenir. Geceleri, bir kayalıkta dalga sesleri ve ay parlaklığının ruha işlediği samimiyetsiz edebiyatçı duygularından bahsetmiyorum. Daha gerçek bir yalnızlık bu. Kalabalığın baskın olduğu mekanlarda en az birinin nefretini, bir mıktanıs gibi üstüne çekebilen adamların yalnızlığı. Zamanla bu adiliğin, kendi problemi olduğunu benimseyip kendini köşeye çeken adamların...
Yalnızlık, paslanmış bir bedenin ardına saklanırken, geceleri solumanın daha güvenli olduğunu hissettiren aşağılık bir duygudur. Çürümüş köpek etleri içinde yaşamak gibi bir kokusu vardır ve ruhun vazgeçilmez parfümü ayarındadır bu.
Aynaya bakarken suratımdaki yara izlerinden gözlerimin altındaki torbalara kadar sindiğini fark ettiğim şey tam olarak buydu. Kendine, alkol problemi olan insanlar kadar geçimsiz bakan gözlerimde gördüğüm buydu. Artık aldırmaktan yılmış suratıma yansıyan buydu.
Hiçbir şey hissetmediğime inanmak istemediğim için yaptım. İnanmak istemediğim için az önce çarparak çıktığım kapıyı tekrar çaldım. Kapıyı açtığı anda suratını yumruklamaya başladım. Beni anlamadığı, duvar dibine tünemiş kuduz bir köpek kadar rezil bakan gözlerinden belliydi. En ufak bir hareketimde ağlamaya başlayacakmış gibi duruyordu. Yeryüzündeki en az beş milyar dokuz yüz doksan dokuz milyon dokuz yüz doksan dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz insana olan bütün nefretimi, kana bulanmış suratına kusuyordum. Söylenebilecek bir şeyin kalıp kalmadığını kontrol ettikten sonra belimden Smith&Wesson'ı çekip suratına doğrulttum. Bu hareketin farkına varıp yalvarmaya vakit bulamadan bir kurşunu kafasında patlattım. Kendisi için en iyisi buydu. Yalvardığını görecek olsaydım, tabancadaki altı mermiyi de farklı bölgelere sıkmak kaydıyla ölüm ıstırabını tonlarca kat artırmak zorunda kalacaktım. Yere yığılan bedeninin açık gözleri ruhsuz bakıyordu. Midemi bulandıran görüntüyü, olduğu yerde bırakıp tekrar dışarı çıktım. Hiçbir şey olmamıştı. Hiçbir şey hissetmemiştim. Kimse hiçbir şey hissetmemişti. Yıllar önce özel bir operasyonda birlikte çalıştığım bir adam, "En acılı ıstırap hissetmediğini bilmektir." demişti. Bu ıstırabı bile hissetmiyordum. Arabaya binip kontağı çalıştırdığım zaman her şey bitmişti. Sadece gitmek istiyordum. Gitmek istiyordum. Bir yere gitmek istemiyordum. Sadece gitmek. Hiç durmadan gitmek. Geçmişe bakmadan. Dikiz aynasına bile bakmadan gitmek istiyordum. Belki buradan uzaklarda, beni gördüğüne şaşıracak insanların olmadığı kadar uzaklarda; belki bir otel, belki bir bar, belki bir sokak arasında bir yerlere tünemek istiyordum.
Kimsenin suratına bakmak istemiyordum. Göz kapaklarımı bir daha açılmayacak şekilde tasarlaması için Tanrı'yla pazarlığa bile oturabilirdim. Tanrı'nın yalnızlık tahtının yanına, kendi katedralini inşa eden bendim nasılsa. Gecenin en sakin yerlerine nüfuz eden de benim. Orası benim krallığım. Ve bir devlet, hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığı insanlara karşı ne kadar tedirginse ben de o kadar tedirginim.
Ne zaman bu hali aldığımı bilmiyorum. Bir anda olan bir şey olmadığını bildiğim kadar. Her şey yaşarken oldu. Bir gece uykuya dalıp bir daha uyanmamak gibi değil. Rüyanın en güzel yerinde uykuda olduğunu anlamak gibi. Özel birimde çalışırken birçok ülkede bulundum. Birçok suikastte yer aldım. Birçok operasyon gördüm. İlk öldürdüğümde yirmi altı yaşındaydım. Irak'ta. Rejimi korumak için ayaklanan örgüte sızmıştım. İki yıldır içlerindeydim. Yetkili konsey örgütten bilgi sızdırıldığını fark etmişti. Bunu fark ettiklerini fark edince, sorguya çağırılmadan birime haber verdim. Konseyden birini rehin alıp aralarından çıkacaktım. Rehineyi sadece kaçış aracı olarak kullanacaktım. Emniyette olduğumdan emin olduğum bir yerde üstündeki her şeyi alıp kaçacaktım. Sınıra geri dönecektim. Sonrası birimin işiydi. Irak'ta parsellenen ekibe haber yollayacaklardı. Örgüt üyelerine silahlı baskın yapılacak, baştakiler sorguya alınıp kalanların hepsi öldürülecekti. Sadece sorguyu atlatmam ve bir dahaki toplantıya kadar beklemem gerekiyordu. Sorguda, kimse benden şüpheleniyor gibi değildi. Rahatça her soruya cevap verdim. Kimse de diretmedi. Formalite bir sorgu gibiydi. Belki de blöf yaptıklarını düşünüyordum. Sorguda hiçbir sıkıntı olmadı. Birkaç gün sonra depoda toplanılanacağını söyleyip serbest bıraktılar. O birkaç gün içinde kimseyle iletişime girmedim. Şehir dışında sahte kimlikle bir ev kiralayıp hazırlık yaptım. Toplantı gecesi depoya giden yolda erketeye yattım. Yüksek kuruldan, Nehib ismini kullanan bir adamın yolunu kesecektim. Biraz sonra arabasının içinde üç korumayla geldi. Siper aldığım sokak karanlıktı. Kurşunun nerden gelmiş olduğunu anlasalar da yapacakları her atış rastgele olacaktı. Önce öndeki tekerleğe bir kurşun sıktım. Daha sonra aracın ön camını indirdim. İki tüfeği sokaktaki farklı yerlerde iplerle kurduğum mekanizmaya bağlayıp otomatik ateşe aldım. Arkadan dolanıp adamı rehin alana kadar yetecek şarjörleri vardı. Korumalar ateşin hiç durmadan devam etmesine hiddetlenerek daha çok sıkmaya başlamışlardı. Fakat yoğun ateşten dolayı hiçbiri kafasını kaldıramıyordu. Koşarak sokaktan dolanıp geldiği yere doğru kaçan Nehib'i boynundan tutup karanlığa ittim. Üstünü kontrol ettim. Elindeki silah dışında tehlikeli bir şey yoktu. Alıp belime yerleştirdim. Daha sonra elimdeki Makarov'u şakağına dayayıp sürüklemeye başladım. İki cadde ötede, yine sahte kimlikle kiraladığım arabaya götürdüm. Sıkıca bağlayıp bagaja attım. Kiraladığım eve geldim, son toparlamaları yapıp örgütün kullandığı telsizden, Nehib'i rehin aldığımı ve rahat bırakıldığım takdirde kimseye zarar gelmeden uzaklaşacağımı duyurdum. Bu gereksiz duyuru tamamen yeterince eğlenemediğimden rahatsız olduğum içindi. Her şeyimi alıp arabayı sınıra kadar sürdüm. Sınıra yakın bir yerde Nehib'i indirip çözdüm. Bütün bedenini soyduktan sonra araziye attım. Ayağının sakatlandığı fark ettim. Yerde kıvranırken küfürler ediyordu. Ses tonu hiç hoşuma gitmemişti ve çok fazla kalabalık hissettiriyordu. Geceleri sessizliği bozan her şeyden nefret etmiştim. Çocukluğumdan beri böyleydi bu. Nehib'in iğrenç sesine daha fazla dayanamazdım. Susması için tekmelemeye başladım. Sakin olmak için çalışmaya başlamıştı. O sırada telsizi tekrar açtım. Duyduğum küfürler ve tehditlerden rahatsız olmuştum. Nehib'in bir fotoğrafını çekip yollamak güzel bir güç gösterisi olabilirdi. Fakat istediğim manzarayı yakalayamıyordum. Fotoğrafın daha çekici olması adına kafasına bir kurşun sıktım. İşte şimdi geceden istediğim huzuru yakalamıştım. Artık fotoğrafa daha iyi odaklanabilirdim. Fotoğrafını çektikten sonra Nehib'i ve arabayı olduğu yerde bırakıp birimle buluşacağım bölgeye gittim. Bir araçla beni buradan alacaklardı. İşte orada, ekip gelene kadar beklediğim süre içinde, az önce kafasına sıktığım orospu çocuğunun ruhu beni özel birimden önce bulmuş ve bir daha bırakmamak adına boynuma yapışmış gibiydi. Yıllarca omzumda taşınmış gibi. Zevklerim için yapabileceklerimin sınırını bulmuş gibiydim. Ve sınıra ulaşmanın, sınıra ulaşmaya çalışmak kadar keyfi yoktu.
Bir kere öldürdükten sonra, öldürmekten hiç çekinmemiştim. Öldürdüğüm ilk adamla birlikte ölümün de kafasına sıkmıştım. Yalnızca birkaç yıl tekrar aynı duyguyu yaşayacağımdan korktuğum için tetiği çekmedim. Her ölümde, öldürdüklerimin ruhu omzuma binecek, gittikçe ağırlaşacak gibiydi. Tetiği ikinci kez çekmek zorunda kaldığımdaysa, o kurşunla, omzumdaki ruhu da bir kere daha öldürdüğümü anladım.
Yaşam sürdürmek, benzer yanları olsa da araba sürmek gibi kolay bir şey değildir. Hayat ve araba sürmek. İkisi de saniyeler silsilesinin yönettiği bir savaştır ve sağ kalmak için dakik olmak gerekir. Fakat araba sürerken yapman gereken şeyler vardır; hayatta ise yapmaman gereken şeylere odaklanmazsan duvara toslarsın. Gerektiği zamanda gerektiği yerde olmayı becerebildimse de benim problemim yapmamam gereken her şeyi yapmaktan doğdu. Her şeyin sonunu getiren yanlışlar. Bedenim yanlışlar iskeleti üzerine inşa edilmiş gibi. Her son, altında imzamı taşır. Cehennemin alevinden yaratıldım. Tanrı ve şeytan. Aynı anda ikisiyle de işbirliği yaptım. Kadınlardan çok kaosla seviştim. Çöl kumundan yaratılmış gibi sevdim yalnızlığı. Yapmamam gerek her şeyi tekrar tekrar yaptım. Boş zamanlarımı yanlış yaparak değerlendirdim. Özel birime girmek bunun kanıtıydı. Kim olduğumu göstermenin aracıydı. Yalnızlığın kanıtıydı. Sahte sohbetler, sahte arkadaşlıklar, sahte kimlikler... Sahtelik bir uyuşturucu olsaydı en bağımlısı ben olurdum.
On iki yıl sonra birimde çalışmanın bir hevesi kalmadığını anlayınca ayrıldım. Belçika'ya yerleştim. Yıllarca eroin kaçakçılığı yaptım. Polislere, çetelere, avukatlara, fahişelere... Sıkı bağlarım oldu. İstediğim paraya sahip olduğum yerde bıraktım. Unutulmak için Meksika'ya gittim. Büyük Amerika'nın ayakları altındaki Güney Amerikalıların öfkesini paylaştım. Fikirlerine saygı duymadığım ideolojik toplulukların eylemlerine katıldım. Onlarla beraber taşlandım. Yunanistan'a gittim. Zeus lakaplı bir adamın mitoloji mafyası için silah tüccarlığı yaptım. Henüz aranmaya başlamadan ordan da ayrıldım. Fransa'da sakin bir hayat geçirmek istedim. Sakin bir yerde ev tutup kendi içime çekilmeyi denedim. Sakinliğe karşı verdiğim savaş, yaşadıklarımın en kaotik olanıydı. Kokain işine girmeyi düşündüm. Ortak buldum. Güvenliğin sıkı olduğu yerde, sokakların kokusunu bilen bir adama ihtiyacım olacaktı. On sekiz ay boyunca birlikte iş yaptık. Bana işi büyütmekten bahsettiği zamanlar, ona hak verdiğimi söyledim sürekli. Bunun, kadın tüccarlığı olduğunu öğrendiğim zaman bir adam öldürmeyeli tam altı yıl olduğunu fark ettim. Artık bu acıyı hissedebileceğimi düşünüyordum. Bana ağzı sulana sulana kadın ticaretinin kazandırdığı parayı anlatan adamın üstüne yürüyerek çıktığım eve geri döndüğümde, artık hissedebileceğime inanıyordum. Hissetmek istiyordum. Belimden çıkarttığım Smith&Wesson'ın namlusundaki kurşunun kafasında patlaması hiçbir şeyin değişmediğini gösterince uzaklaştım oradan. Hissedebilmem için yapmam gerekenin, başkasının değil kendi kafama sıkmak olduğunu düşünerek çıktım. Sonsuza kadar çürümek için pisliğime ortak olacak bir çöplük bulmayı düşünerek sürdüm arabayı.
hicran güneşi çöle vurur derler
oysa bizler
kent çocuklarıyız
ve hiç de umutlu gülümsemiyoruz fotoğrafta
hiç yaşanmamış bir fotoğrafta
hayatlarımız dahi yaşanmamışçasına hatta
kent sokaklarında yıldızlar parlamıyor
hiç filmlerdeki gibi de değil üstelik
mızıkaları dahi saklıyor çocuklar
bir tren, karanlığı bölüyor anca
bunu bir melodi sanan trompetçi ise
cama çıkıp eşlik etmeyecek hiç bu şarkıya
ve bizler
yani kent çocukları
hiç de umutlu gülümsemiyorduk o fotoğrafta
yaşanıyormuş gibi de değildik hatta
oysa birimiz ıslık çalmalıydık en azından
birimiz kurtuluşu selamlarken iskelede
trenlerin getirecek bir şeyleri olduğunu bilmeliydi birimiz
hiç değilse birimizden birimiz ufka dalmalıydı boyun eğmek yerine
şimdi siz çekinin bir fotoğraf
kamera ışıklarının altında
ve gülümseyin
aydınlık çağının karanlık sokaklarına
ve gülümseyin
bu kent çocuklarına