kendimi var edebilecek bir yol bulduğum dönemde, kendimi lağvedebilecek bir olguyu da sır gibi taşıyorum bünyemde. gecelerdir sayfa sayfa mektuplar yazıyorum ateşin durduğu yerde. hiçbir kelime örtündüğü anlamı soyunmuyor bana. renklerin, ışıkların ve notaların ve yıldızların sönüp saf düşüncemin başladığı o karadeliğin içinde dolandım bütün gece, sesler çıkarabilmek için. bulduğum saf bir cümle sadece: yaşamın tadı damağımda, nefesim ölü kokuyor. ve fikrimin dağınık yataklarında sızıyla akıp duran suna su. ve tantalia'nın daimi hareketi. birkaç kırık parçayı taşımakla yükümlü halsiz bir iskeletten ibaretim ve içimde sır gibi sakladığım ateşten, aşktan. insanın ateşe yakın olmak düşkünlüğü muayyen ki eskimedi her kendime kaldığım yerde kurduğum o tozlu cümle: "her ruh kendini yakan aleve sarılı iyice." hayatı gördüğüm pencere bir apartman boşluğunda kalmış gibi. dünyayı ve seni bir başka yaşamda tekrar bulmak isterdim. çünkü korkuyorum artık iz bırakmaktan, bu, ancak bedenimle mümkün cehennemde. gittikçe kara safra bir hastalığa dönen cılız insanlığım, her rüzgarla ürpermekten yoruldu da bir nebze. dünyamızın üzerindeki yorgun yıldızlar, bir gün onlara dokunabileceğim ümidiyle büyüdüğüm sokaklar, insanlarım, fikirlerim ve belki daha bilmeden sahip olduğum onca şeyle beraber yanarak yürüyorum, gidebileceğim yere kadar. fakat sanırım o yorgun yıldızlar gibi söndüm ve kayıyorum. bir dilek tut ardımdan, mutlu ve dingin bir yaşam dile kendine.