Kaslarımın varlığını acıyla hissediyorum, bir yengeçin kolları arasında gibi. Tanrım, insan eti ne ağır böyle! Taşıyamıyorum. Kemiklerimin her an toza dönüşebilecek gibi kırılgan olduğunu hissediyorum. Acı bir rüyanın içerisindeyim, ama bir kâbus değil asla. Midem bulanıyor, aydınlıktan ve kokudan. Tanrım, dünya netleştikçe ne berbat bir hal alıyor. Artık en çok seni merak ediyorum. Ve korkuyorum merak edecek bir şeylerin kalmamasından. Aydınlık midemi bulandırsa da korkuyorum karanlıktan ve ağrılardan. Çünkü hayallerim var. Çünkü biraz daha yaşamak istiyorum. Anlatmak istiyorum, konuşmak istiyorum. Sesini kaybediliyor insan, ne acı! Sesimi bulmak istiyorum. Evimi bulmak, evime dönmek istiyorum. Alüminyum folyoya sarılı serumlar getiriliyor, insan, nasıl katlanır, güneş görmemiş bir zehri taşıyabiliyor damarlarında. Tanrım, bedenime dokunan parmak uçlarım karıncalanıyor. Kendi vücudunu dahi hissedemeden nasıl sarılabilir insan sevdiklerine? Nasıl dokunabilir onlara, protez duygularla? Parmak uçlarıma kavuşmak istiyorum. Kendimi bulmak, kendime dokunmak istiyorum. Tanrım, bir ben daha çok genç değilim. Toprağın üstünde her beden henüz çok genç. Bu yüzden inanmıyorum, hiçbir şey için henüz çok geç olmadığına. Hâlâ okuyacak şiirlerim var cebimde. Hâlâ çalınmamış, söylenmemiş şarkılarım var. Biraz daha yaşamak istiyorum. Biraz daha istiyorum. Biraz daha.
Hulusi Bey eskisinden daha iyi. Biraz daha iyi. Hulusi Bey gün geçtikçe deliriyor. Gün geçtikçe akıllandı. Hulusi Bey biraz daha iyi. O gördüğü şeye bakmaya devam ediyor. Oraya kağıttan gemiler yaptı. Bir deniz yaptı gemilerin etrafına ama onlar hiç yüzmüyor. Öyle söylüyor. Tabii... Gecenin belli saatlerinde konuşmaya başladı Hulusi Bey; fakat yalnızca o gemilerden bahsediyor. Bir de, duyduğunu söylüyor. Eski karısının sesini duyduğunu, ne dediğini tahmin ettiğini. O denize bakmayı da ihmal etmiyor konuşurken. Bir ödev gibi yapıyor zaten bunu, hiç aksatmadan. O da o gemiler gibi, kendi denizinin ortasında duruyor, çırpınırsa boğulacağını biliyor gibi. Hulusi Bey, biraz daha sakin artık. Sessizleştikçe daha çekilir oluyor dünya, sanırım o da anladı bunu. Git gide deliriyor, git gide daha iyi hissediyor kendini. Telaşsız suratından muayyen, güzel hissediyor Hulusi Bey. O gemilerin tayfaları, ona ne söylüyor bilmiyorum; ama Hulusi Bey de her akşam, ışıklar gibi, o denizde sönmeyi seviyor. Uyuduğunda ölüye benziyor suratı. Zaten herkes bir ölüyü giyiyor üzerine geceleri; ama o bir ölünün içinde yatıyor. Hulusi Bey, biraz daha iyi hissediyor.
Hulusi Bey eskisi kadar sakin kalamıyordu. Sokaktan gelen çocuk seslerine katlanamıyor, gündüzleri penceresini asla açık bırakmıyor, güneşli günlerde koyu güneşliklerini çekiyor, haftasonları kahvaltısından sonra balkona çıkıp keyif çayını içmiyordu. Balkona mümkünse geceleri çıkmaya dikkat etmesi yetmezmiş gibi bir de, günde dördü geçmemek kaidesiyle, tütün sarıyor ve içerken bunu hiç de keyif almak için yapıyormuş gibi durmuyordu, yanında hiçbir şey içmiyordu çünkü. Sigarasını içerken yanaklarında asabi çukurlar oluşuyor, dağınık kaşları çatılıyor, nefesi bitene kadar çekiyordu sigarayı. Fotoğraf albümlerini depoya kaldırmıştı; onları olur olmadık yerlerde gördüğünde ellerinin katılaştığı, hatta kimi zaman onları bir yumruk gibi sıktığı aşikardı, avuçlarındaki tırnak izleri, zaman zaman derisini yırttığından, yaralarını saklayamıyordu. Derin bir nefes aldığında dişleri sıkılı cümleler mırıldanıyordu. Yanında gereğinden fazla vakit geçirdiğimde huysuzlaştığını hissediyordum. Ters cevaplar vermeye başladığında gitmem gerektiğini anlıyor ve iznini istiyodum. Eskisi gibi, kalmam için ısrar etmiyordu.
Daha sonra Hulusi Bey, bir gecede delirdi. Ansızın. Bir şeyler anlatmak istercesine adımı bağırmasının üstüne yanına koştuğumda, mutfakta, bulaşıklarını yıkıyordum. Boynunu sağa yatırıp yere bakıyordu. Bir daha hep öyle kaldı. Baktığı yerde gördüğü şeye kilitlenip kaldı. Bakmadı bir daha da etrafına. Eski karısını aradım ben de. "Delirmiştir o!" dedi, "Allah belasını versin onun." Ama Hulusi Bey iyi. Eskisi gibi sakin kalabiliyor artık. Sinirlenmiyor olur olmadık şeylere. Çocukları sorun etmiyor. Baktığı yerle ilgileniyor sadece, gerisini önemsemiyor. Bir şeyler gördüğü bariz orada. Ve hiç rahatsız değil oradan. Gündüzleri uğrayıp penceresini açıyorum, ses etmiyor. Akşamları uğrayıp balkona çıkarıyorum onu, tekerli sandalyeyle. O aynı yere bakmaya devam ediyor. Suratının gergin bir hali de kalmadı artık. Oldukça mahzun bir duruşu var. Hulusi Bey artık iyi hissediyor. Sigara içmeyi de bıraktı üstelik. Ellerini hareket ettirmeyi de bıraktı tabi ve bedenin diğer bölgelerini. Ama Hulusi Bey eskisi kadar sakin. Hulusi Bey eskisi kadar iyi.
üşüyorum. burda. bu dipsiz kuyunun içinde. ve öyle çok alıştım ki sessiz, kısa cümlelerle konuşmaya. ve o kadar hazır değilim ki her şeyin vakitsizce yaşanacak olmasına. neden sonra, içimde sır gibi sakladığım taşlar savrula savrula yırttığında yani gövdemi, ruhuma bir çatlak açtığında, bir rüzgar esintisi gibi sızdığında içeri o belirsizlik; son bir şarkı istemek, bir şiir, bir ses, ne güç! ne ki kurulacak hiçbir cümlem yok, anlatacak çok şeyim olsa da. ama yaşam! ama... suratıma dokunurken o kadar uzak ki parmak uçlarım bana; yaşam da içimde coşkuyla nidalar atarken, içim bir parça değil gibi benden. balkon! evin bir parçası, dışarda kaldıkça. dalsın gözlerim, bırak! o uzak denizlerin ne getireceğinden bahsetmeyi bırak! bırak saatlerin kaça kaldığını! nerede durduğunun ne önemi var! sırrımı alıyorum üstüme, sıtmalı battaniyemi. üşüyorum. eve dönmek istiyorum.
"Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;
Ben sularda batan bir ışık gibi
sularda sönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!"