Bu kadar yolu nasıl yayan geldim aklım almıyor. Bir göğsüm yaşamın ağırlığıyla yalpalarken nasıl yürüdüm bunca yolu, düşmeden. Eksilen her şişeden bir kadeh ayırdım kendime. Belki sarhoş yürüdüm, belki karanlığa üryan koşasım geldi. Yine de uyursam sanki, bütün görüntüler değişir gibi geldi. Gömdüm kendimi yataklara, toprak altlarına ve bodrum katlarına. Dünyadan üstüme sinen tozu süpürmekti önce. Sonrası tek perdelik bir gösteri; biraz trajedi, belki biraz komedi.
Sığamadım üç boyutlu hacimlere. Bir yalnızlıktır sürüp gitti. Sıcak odalara, kazanlı sobalara bastım belki ruhumu; çözülmez bir buzul, ayrılmaz bir düğümdü. Kaçtım ve bitti.
Home
Archive for
Kasım 2017
Rutubet, duman ve alkol kokusu içinde yaşadığım iki sene boyunca kahkaha atmak için, bu binayı yakmayı bekledim. Neron için Roma'yı yakmak neyse, benim için de bu binayı yakmak oydu! Odamda, iki sene ışık yakmadım; bir gün bütün ışıkların yüzüme vurması için. Yirmi dokuz yaşındaydım. Her türlü maddeyi kullandım. İnsanları, asla. Bir gün hepsini, aynı amaç uğruna harcamak için.
Ceketimi, salondaki masanın üzerinden alıp silkeleyerek evden çıktım. Birkaç milyon saattir yağmurun dinmesini bekliyordum. Sokağa çıktığımda kapüşonumu takıp ana caddeye yürüdüm. Sokak lambasının altında kalabalığın daha da sakinleşmesini bekliyordum. Işıklar yavaş yavaş söndü. Hala çiseleyen yağmur damlaları görüntüden uzaklaşmaya başlamıştı. Arkamdaki binanın herhangi bir katında herhangi bir cam açıldı. İçerden radyo sesi geliyordu. Ağır arabesk bu şarkı, şu an için istediğim en son şeydi. Bu gece bütün şehirde caz müzik çalmalıydı. Yapabilenler, kalkıp karanlık caddelerde dans etmeliydi. Bu gece, o gece olmalıydı! O bütün ormanı kaplamış sisin içinden gelen saksafon sesiyle vuran ayakların gecesi! Cam kapandı. Kafamdaki sahneyi yakasından tutup daha aşağılara fırlattım. Caddedeki bütün mekanlar kepenkleri indirdiğinde, dilime dolanan afro amerikan şarkılarına ritim vura vura yürümeye devam ettim. Otoyola çıkan yoldaki yakıt istasyonuna girdim. Sözde yolda kalan arabam için iki bidon benzin aldım. Bidonları, karşı binadaki çatı katına çıkardım. Bu evi de birkaç ay önce kiralamıştım. Nazlı'yı arayıp buraya gelmesini söyledim. Bu tamamen şov içindi. İki senedir telefon ekranında görmediği bu ismin, bir anda çıkıp yanına çağırmasını garip karşılamışsa da birkaç saat içinde evdeydi. Ona, burada kalmasını söyleyip elimde bidonlarla kendi evime döndüm. Binaya girerken iki kat altımda oturan adamla karşılaştım. Birbirimize iyi geceler diledik. Ölürken katiliyle göz göze gelmesinin ne demek olduğunu bilemem, ama son kez iyi geceler dilediği adamın ne hissettiğini bilmek mükemmeldi. Odama çıkıp saksafonumu ve kitaplarımı aldım. Bir bidon benzini evin her yerine döktüm. Sahip olduğum bütün kitapları, her şeyle birlikte yanması için merdivenlere bıraka bıraka, üstlerine ve etraflarına kalan benzini döke döke binadan çıktım. Onlara ihtiyacım yoktu. Hepsi okunduktan sonra yakılmayı hak ediyordu. Çünkü hepsi birer suç aletiydi. Zihnimi düşünmeye ve yargılamaya teşvik eden, bana o bütün insanların gerçek yüzünü gösteren suç aletleri!
Nazlı'nın yanına geri döndüğümde karşı binaya bakar vaziyette yerleştirdiğim koltukta otururken anlamsız bir bakışı vardı. Neler olduğunu sordu. Bunca zaman sonra neden bu saatte onu buraya çağırdığımı ve ondan ne istediğimi. "Her şey çok değişti Nazlı," dedim, "ben de öyle." Yanına oturdum. "Mesela?" dedi. "Mesela..." dedim, "İnsanlar hakkında yanıldığımı anladım. Çoğuna güvendim. Güvendiklerimden daha fazlasını tanıdım. Sonunda hepsinin bir huyu olduğunu anladım. Yaşıyorlardı ve yaşantılarını çıkarları belirliyordu. Konu çıkarları olduğundaysa her şey basit mutfak eşyalarına falan dönüşüyordu. Gereksiz ev aletlerine, takılara, çeyiz eşylarına... Bu durumda onları kolaylıkla satabiliyorlardı. Kısacası, değişen şey ne mi oldu? Cesetlere çarpa çarpa yürümeye alıştığımı anladım. Ve bu alışkanlığımdan nefret ettiğimi. Nefreti bitirmek için de nefret ettiğim şeyi yok etmeyi. Bu baktığın bina benim. İçinde, beni tanımasalar da ellerinin çarptığı bazı şeylerle beni devirmiş birkaç insan yaşıyor. Beni o değersiz ev eşyaları gibi görmezden gelmiş ve aynı binada yıllarca göz göze gelsek dahi tanınamış insanlar. Konteynıra attığı çöp torbasının içindekine bakmamış birkaç insan."
Nazlı'yı birkaç yıldır seviyordum. Buraya geldiğinde gözlerini kaçırışından muayyen o da seviyordu. Fakat bu konuşmadan sonra gözlerimin içine bakışlarını kilitlediğini fark ettim. Dizimin üstüne çömelerek elini tuttum. Dansa davet ettim. Başka şansı yokmuş gibi kabul etti. Birkaç dakika dans ettikten sonra sokağa çıktım. Elimdeki çakmağı, binanın girişindeki benzinin üstüne bırakıp Nazlı'nın yanına geri döndüm. Kilitlenmiş bir halde binaya bakıyordu. Alevler yükselirken duyduğum fısıltılar da çığlık olmaya başlıyordu. Ateşin ışığı yüzüme vurdu. Sirenler çaldı. O muhteşem zevki bir tebessüm yaparak dudağımda tuttum birkaç dakika. Nazlı koltuğa geri oturmuştu ve hala boş gözlerle bakıyordu. Saksafonumu elime aldığımda, "Bir sürü insan şu an senin çakmağınla yanıyor ve saksafon mu çalacaksın?" dedi, kısık bir sesle. "Hiçbirinin, kullan-at tıraş bıçaklarından bir farkı yok." dedim yalnızca ve ayaklarımla ritim tuta tuta üfledim tüm mutlu notaları.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)