Pera'da, serseri adımlarımı saatlerce ıssız sokaklara attığım bir gecenin sonunda, eldivenle dahi buz tutmuş ellerimi sobamın üstünde ıstırken, aklımı derin dehlizlere gark ettiren o mektubu yakmak fikri bir kez daha baş gösterdi. Fikrin ateşiyle aniden kızgın demirlere dayanmış gibi yanan ellerimi sobadan ayırıp mektuba yönelttim. Bu hissiyat ki beni bir urgan ipin ucunda yaşatırcasına, acı veriyor. Aklımın ve gönlümün arasına bir cephe açmış gibiyim son günlerde. Bir iç savaş hali bedenimi sarıp sarmalıyor. "Ey sevda!" nidaları dönüyor içimde, "Azabın bir can havli, neş'en hürriyet misali." diyorum. Anlamam, ne diye kayboluyorum böyle kendimde. Saçı tıraşlı çocuklar ellerinde bayraklarla, gövdelerinde pankartlarla meydanlarına koşuyor ruhumun. Öyle şiddetliler ki kanım çekiliyor geceleri. "Hürriyet! Hürriyet!" diye diye yırtıyorlar kendilerini.
Ben, ismi lazım olmaz bir devlet memurundan fazlası değildim, kendim için. Âcizâne, kendim bir telgrafhane müdürüydüm, evvelinde. Ankara'nın, ismi hürmet görmez bir beldesinde çalıştım senelerce. Memleket şartları, makamım ve yaşam koşullarım gereği bir güzelin gönlüne serilip evlenmeye imkân bulamadım. Ki bir niyetim de olmadı bu hususta. Fakat bir kez, gayriihtiyari, bir kadın sevdim Ankara'da. Manastırlı bir ailenin en büyük kızıydı. Ne yazıktır ki birkaç ay sürebildi aramızdaki yangın, yalnızca. Peder beyinin işleri gereği Istanbul'a taşındılar. Daha sonra bir telgraf dahi çekmedik birbirimize. Bir zamanlar makamımda yatıp kalkmaya dahi başladımsa da nâfile. "Ayrılık iki gönüle değil iki bedene yas olur." denir bir suyla söndürmüştüm bu yangını ki mesai bitimi eve gitmeye yeni başladığım zamanlarda, sabahın bir köründe odama giren yardımcım, hayret eder bakışlarıyla bir mektup bıraktı masama. İsimsiz mektuplar, her zihinde karşı konulmaz bir kargaşa doğururdu elbette. Fakat benim zihnime düşen isyan alevi, zihnime ait ne varsa yağmalayacak bir kudrete sahipti. Mektup Istanbul'dan postalanmıştı. Bir kadına ait olduğunu düşünüyordum. Mektupta böyle bir ibare yoktuysa da narince bir el yazısıyla, dümdüz bir çizgide, müthiş özenilmiş o cümleler, ancak böylesine zarif bir kalbin mürekkebiyle çizilmiş olabilirdi. Birkaç saat açmak istemedim zarfı. Bilinmezliğin heyecanı ve bu heyecanın karşı konulamaz zevki vardı içimde. Sürekli heyecanlanan biri değildim; eriştiğimdeyse kolay kolay harcayamazdım. Fakat birkaç saat sonra zihnimdeki merak yangını ağır bastı. Mektubu okuduğumda istifa mektubumu yazacak bir kağıt aradım odada. Elim ayağım birbirine girmişti. Üstelik o günden sonra parmaklarım, titremekten ve avuç içlerim, terlemekten bir daha hiç kurtulamadı. İstifa mektubumu yazana kadar içimde telaş sönmüştüyse de Istanbul'a gitme isteği hala kızgın bir ateş gibi kaplıyordu göğsümü. Birkaç gün içinde izne ayrıldım. İlk izin sabahımda gara koşup otobüsle Istanbul'a gittim. Pera'ya yakın, bütçeme uygun bir pansiyon tuttum kendime. Palas pandıras hazırladığım ufak bavulu olduğu gibi odada bırakıp Beşiktaş'a, sahil kenarında bir kahvehaneye attım kendimi. Yağmur biraz önce kesilmişti. Kahvehanenin buğulu camlarının kenarında bir masaya oturup düşünmeye başladım. Bir anlık heyecanla aldığım kararların doğruluğunu, yaptıktan sonra düşünürd